De ki: "Göklerden ve yerden
sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir?
Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri
evirip- çeviren kimdir?
Onlar: "Allah" diyeceklerdir.
Öyleyse de ki: "Peki siz yine de
korkup-sakınmayacak mısınız?
(Yunus Suresi, 31)
Allah'ın Kuran'da açıkça belirttiği gibi, yüzeysel bir inanca sahip olan insanlar, kendilerine sorulduğunda Allah'a inandıklarını söyledikleri halde içlerinde samimi bir Allah korkusu taşımazlar. Bunun en gözle görülür delili ise, Allah'tan korkan bir insanın O'ndan sakınması ve her tavrının Kuran ahlakına uygun olması gerekirken, bu insanların ne hal ve tavırlarında ne de konuşmalarında Allah'tan korktuklarına ya da sakındıklarına dair bir alamet görülmemesidir. Bu tutumlarının altında yatan belli başlı nedenler vardır.
Allah'ı Gereği Gibi Takdir Edememeleri
Çoğu insanın Allah hakkında bildikleri ailelerinden, akrabalarından ya da sağdan soldan duyduklarından ibarettir. Bunun bir sonucu olarak da herkesin Allah hakkındaki düşüncesi farklı farklıdır. İşin ilginç yanı insanların büyük bir kısmı, o güne kadar çevrelerinden duyduklarının ve öğrendiklerinin yanlış veya eksik olabileceğine ihtimal vermezler. Verseler de doğrusunu araştırmayı ve öğrenmeyi önemli görmez. Bu ise onları cehennemle sonlanabilecek büyük bir yanılgıya sürükleyebilir. Çünkü Allah'ı tanımamak, beraberinde O'nun pek çok sıfatının sonucundan da habersiz olmayı getirir.
Bu tür insanlar Allah'ı genelde affeden, yardım eden, rızık veren, lutfeden, nimet veren, koruyan, merhametli olan gibi sıfatlarıyla düşünüp kendilerini rahatlatırlar. Oysa Allah'ın intikam alan, azap veren, cezası şiddetli olan, kahredici olan sıfatları vardır. Ancak söz konusu kişiler Allah'ın bu sıfatlarının kapsamını bilmez; Rabbimiz'i bu sıfatlarıyla düşünemezler. Bu sıfatların kendi hareket, davranış ve konuşmalarına bakacak olan yönlerini akıllarına getirmezler. Allah'ın bazı sıfatlarını ismen bilseler bile, tam olarak ne anlama geldiklerinden, bu sıfatların kendi sonsuz hayatlarına nasıl yansıyıp, etki edeceklerinden habersizdirler. Ya da Allah'ın birçok sıfatını tek yönlü düşünüp, bu sıfatların kendilerini de kapsayacağını düşünmezler. Örneğin kendilerine bir haksızlık yapıldığında Allah'ın sonsuz adaletiyle ahirette bu haksızlığın cezasını vereceğini düşünürler. Fakat Allah'ın ayetlerine gereği gibi inanıp yerine getirmezlerse kendilerinin de Allah'ın azabı ile karşılık göreceklerini düşünmezler.
İnsan Allah'a kul olsun diye yaratılmıştır ama bu yaratılış amacını reddederse, mutlaka karşılığını görür. İşte böyle büyük bir suça da büyük bir ceza gerekir ki, cehennem bu adaleti yerine getirmek için vardır. Yaratılmış en kötü mekan olan cehennem, insanın hayal gücünün alabileceğinden çok öte bir azap kaynağıdır. Dünyada mümkün olan en büyük acılardan kat kat şiddetli acılar içerir.
Bahsettiğimiz türden insanlar, vicdanlarına uymamalarından kaynaklanan gaflet ve şuursuzlukları nedeniyle Allah'tan korkup sakınmazlar. O'nun gücünü ve kudretini, heybet ve azametini gereği gibi algılayamaz, O'nun makamından ve büyüklüğünden, O'nun gazabına maruz kalmaktan içleri titreyerek korkmazlar. Dolayısıyla Allah'ın rızasını kazanmaya ve O'nun emirlerini ellerinden gelenin en fazlasıyla yerine getirmeye çalışmazlar. O'nun yasaklarına uymaz, sınırsızca bir yaşam sürerler. O'nun verdiği nimetler karşısında gereken saygı ve şükrü yerine getirmez, Allah'a karşı sürekli bir nankörlük içinde bulunurlar. Sonuçta ise bu dünyada korkusuzca geçirdikleri yaşamlarının bedelini, korku ve azap içinde geçirecekleri sonsuz hayatlarıyla öderler.
İnkarcıların Yanlış Ahiret İnancı
Gerçekten cehennem, bir gözetleme yeridir. Taşkınlık edip-azanlar için son bir varış yeridir. Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır. (Nebe Suresi, 21-23)
Kaldı ki cehennem, insanın hayal gücünün alamayacağı kadar büyük acıları yaşatan bir yerdir. Şuurlu hiçbir insanın cehennem azabı gibi bir azabı göze alabilmesi mümkün değildir. Cehennem, Allah'ın Kahhar (kahreden) sıfatının en şiddetli tecelli ettiği ve dünyadaki hiçbir azapla kıyaslanamayacak azaplarla dolu korkunç bir ortamdır. Bir damla kaynar suya, biraz açlığa, soğuğa dayanamayan aciz insanın, ferah ve umarsız bir şekilde böyle bir azabı göze aldığını söylemesi, ancak şuurunun tam kapalı olduğunun bir göstergesi olabilir. Kendince Allah'ın azabını hafife alan, rahatlıkla karşılayan bir kimse, baştan beri bahsettiğimiz Allah'ın kadrini gereği gibi takdir edemeyen kimsedir.
Dünyada Kendilerine Tanınan Süreye Aldanmaları
Büyük bir şirkette iyi bir maaşla çalışan bir kişiye önemli bir sorumluluk verilse ve bu sorumluluğu başarılı şekilde yerine getirmediği takdirde şirketteki işine son verilecek olsa acaba bu kişi nasıl bir gayret ve dikkat içinde olur? Sonucunda uğrayabileceği kaybı bildiği halde bu işte herhangi bir gevşeklik ya da rehavet içinde bulunabilir mi? Elbette ki hayır. Bu kaybı asla göze almak istemeyecektir. Bunun için elinden gelen herşeyi yapacak, hatta gerektiğinde kendi rahatından, uykusundan, diğer işlerinden feragat edecek ama o işi başaracaktır. Çünkü bu kişi kendisini sıkıntıya sokacak bir sondan korkmaktadır. Peki ama aynı insanlar acaba bunların hepsinden daha gerçek olan Allah'a hesap vermeleri konusunda aynı korkuyu yaşarlar mı? Büyük çoğunluğu yaşamaz. Çünkü bu insanlar ölümü ve ahireti o kadar yakın görmezler, onlara göre içinde yaşadıkları hayat daha gerçektir.
Oysa bir ayette insanlara belirli bir süre tanındığı şöyle açıklanır:
Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir. (Fatır Suresi, 45)
Bu insanlar Allah'ın razı olmayacağı bir şey yaptıklarında, o anda "başlarına taş yağması" gibi bir azap gelmesini bekler, sonra da cahilce "nasıl olsa bir şey olmuyor" mantığı ile taşkınlıklarına devam ederler. Bu sapkın mantığa her dönemde yaşayan cahiliye toplumu insanlarında rastlanır ve Allah onların bu cahilce düşünce yapılarını bize şöyle haber verir:
... Ve kendi kendilerine: "Söylediklerimiz dolayısıyla Allah bize azap etse ya." derler. Onlara cehennem yeter; oraya gireceklerdir. Artık o, ne kötü bir gidiş yeridir. (Mücadele Suresi, 8)
İman etmeyen ya da yüzeysel bir inancı olan çoğu insan bu sapkın bakış açısına sahiptir. Oysa yaptıklarının karşılıksız kalacağını ve bundan dolayı da kendilerinin sözde son derece uyanık olduklarını düşünen bu insanlar, aslında bu azaba bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş sürüklenmektedirler:
Ayetlerimizi yalanlayanları ise, onları bilmeyecekleri bir yönden derece derece (günahları yükletip azaba) yaklaştıracağız. (Araf Suresi, 182)
Allah'ın ayetlerde bahsettiği, açıkça görülebilen azaplar olabileceği gibi gizli azaplar da her an insanı kuşatabilir. Öyle ki bu azap insanı daha dünyadayken de kuşatabilir. Örneğin kişi Allah'ın razı olmadığı bir tavrı ya da ahlakı sürdürürken, amansız bir hastalık kendisini içten içe sarıyor olabilir. Mutlaka fiziksel olması da gerekmez, Allah'ın insanın kalbine vereceği bir korku, sıkıntı bile o kişiye bulunduğu ortamı dar etmeye yeter. Allah korkunun bir ceza türü olduğunu Kuran'da şöyle bildirir:
... Böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı. (Nahl Suresi, 112)
Hiçbir insan, Allah'ın hoşnut olmadığı bir hareket tarzı içindeyken üzerinde kendisine ansızın isabet edebilecek bir bela dolaşmadığından emin olamaz; Allah'ın hiçbir azabından güvende olamaz. Allah bu gerçeği ayetinde haber vermiştir:
O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? (Veya) Onlar, Allah'ın tuzağından güvende mi idiler? Allah'ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz. (Araf Suresi, 97-99)
Aynı uyarı başka ayetlerde şöyle geçer:
Kara tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden veya üzerinize taş yığınları yüklü bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil bulamazsınız.
Veya sizi bir kere daha ona (denize) gönderip üzerinize kırıp geçiren bir fırtına salarak nankörlük etmeniz nedeniyle sizi batırmasına karşı emin misiniz? Sonra onun öcünü Bize karşı alacak (kimseyi de) bulamazsınız. (İsra Suresi, 68-69)
Unutmamak gerekir ki, insan acizlik içinde olan, Allah'a sonsuz derecede muhtaç bir varlıktır. İmtihan ortamı içinde tüm zorluk ve sıkıntıları ancak Allah'a dayanarak ve O'ndan güç alarak göğüsleyebilir. Ama aczini kabul etmeyen ve Allah'tan korkmayanlar, gizli açık tüm bu azap ve belalarla baş etmek durumundadırlar ki, insan yaratılış olarak buna dayanabilecek güçte değildir. Bu yüzden gerek dünyadaki, gerekse ahiretteki bela ve azaplardan kurtulmanın tek yolu Allah'tan elinden geldiği kadar korkmak ve bu bilinçli tavır üzere bir yaşam sürmektir.
Azap Göreceklerin Yalnızca Çok Azgın Kişiler Olduğunu Düşünmeleri
Hem Kuran'a inandığını iddia eden hem de iman ettiği kitabın hükümlerine uymayan bu insanların rahatlıklarının sebebi, kalplerinin temiz olduğu, zaten hiçbir kötülükte bulunmadıkları iddiasında olmalarıdır. Dolayısıyla bunun temelinde yatan inanç da, kendilerinin cehenneme gidebileceklerine asla ihtimal vermemeleri, başka bir deyişle cennete gideceklerini kesin olarak görmeleridir.
Bu inancın bir özelliği de, cehenneme gidecek olan insan modelini kendi mantıklarına göre belirlemiş olmaları ve diğer insanları da cennet ehli ilan etmeleridir.
Onlara göre cehennemlik olan insanlar, çoğunlukla televizyonda seyrettikleri ve gazetelerde okudukları katiller, hırsızlar, teröristler ve insanlara zarar verme peşinde koşan dengesiz kişilerdir. Bunun dışında kalanlar ise hemen her günahlarının affedileceğini sandıkları, halkın arasında çoğunluğu oluşturan sıradan insanlardır. Kendi aralarında belirledikleri bu ölçüler, adam öldürmediklerine, hırsızlık yapmadıklarına ve terörist olmadıklarına göre, kendilerinin cennet halkından oldukları zannını doğurur. İşte kendilerini Müslüman kabul ettikleri halde her türlü günahı işleyebilmelerinin, ibadet etmemelerinin, Kuran'ı yaşamamalarının ve Allah'ın sınırlarından uzak bir hayat sürebilmelerinin ve bundan da hiçbir korku ve tedirginlik duymamalarının altında yatan sebep budur; bunların hiçbirinin cehenneme gitmek için bir sebep teşkil etmediği zannına kapılmaları... Oysa bu kendilerini ateş çukuruna sürükleyen korkunç bir yanılgıdır.
İçlerinde Allah korkusu taşımayan cahiliye insanlarının Müslümanlık adına türettikleri kurallar, Kuran'ın hükümlerinden çok farklıdır. Örneğin Kuran'a göre çok önemli olan ve Allah'ın uyulmasını kesin emrettiği bir konu, kendi yüzeysel mantıklarına göre o kadar da fazla önemi olmayan, üzerinde durulmayacak bir konu olarak değerlendirilir. Böylece kendi uydurdukları dinin ölçüleri kendilerine, Allah korkusundan tamamen uzak bir hayat modeli sunar. Allah bir ayetinde bu insanların bozuk mantığına şöyle dikkat çekmiştir:
De ki: "Göklerden ve yerden
sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir?
Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri
evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki:
"Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? (Yunus Suresi, 31)
Bütün ömrü boyunca kendi bildiği dini uygulayan
ve böylece gerçek dinin hiçbir hükmünü yerine getirmeyen üstelik de bu
şekilde cennete gireceklerini iddia eden bu tür kişiler büyük bir
aldanış içinde yaşantılarını korkup sakınmaksızın geçirirler. Fakat her
ne kadar kendilerini kandırsalar da vicdanları her fırsatta kendilerine
gerçeği hatırlatır. Kuran'ın gerçekleriyle karşılaşıp koskoca bir ömrü
günahlarla ve yanlışlarla geçirdiklerini öğrenmek istemedikleri için
kendilerine gerçek dini anlatan kişileri de kesinlikle dinlemek
istemezler. Bu konu üzerinde düşünmemek için bilinçli olarak başka
konularla dikkatlerini dağıtırlar. Başka bir deyişle, korkmalarına sebep
olacak bir konu geçtiğinde ya da akıllarına bir düşünce geldiğinde bunu
hemen örtbas ederek eski rahatlıklarına, gafletlerine geri dönmek
isterler. Allah'ı, O'nun tehdidini, O'nun azabını akıllarına
getirmekten, diğer bir deyişle Allah korkusundan sürekli bir kaçış
içindedirler. Halbuki bu çok büyük bir akılsızlıktır. Çünkü bu kaçış
onları kendilerini bekleyen korkunç sondan kurtaramayacaktır.
"Allah Nasıl Olsa Affeder" Şeklindeki Düşünceleri
Onların ardından yerlerine
kitaba mirasçı olan birtakım 'kötü kimseler' geçti. (Bunlar) Şu değersiz
olan (dünya)ın geçici-yararını alıyor ve: "Yakında bağışlanacağız"
diyorlar... (Araf Suresi, 169)
Ayette de dikkat çekildiği gibi, insanların bir
kısmı Allah'ın isteklerine uygun bir hayat sürmemelerine rağmen yine de
Allah'ın kendilerini affedeceği düşüncesindedirler. Kuşkusuz bunun en
temel sebebi Allah'ın sıfatlarını, adaletini takdir edememeleri ve
olayları Kuran mantığından uzak bir şekilde değerlendirmeleridir.
Elbette ki Allah affedecidir ve kullarının günahlarını bağışlayıcıdır.
Fakat bunun şartının ne olduğunu Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. Tevbe, ne kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 17-18)
Ancak Allah korkusundan uzak olan insanlar gizli-açık sürekli uyarılmalarına, hakkı bilmelerine rağmen "nasıl olsa Allah affeder" gibi çarpık bir mantıkla günahları üzerinde ısrarlı davranırlar. Oysa bu, şeytanın insanları aldatmaya çalıştığı konulardan biridir. Şeytan böyle bir kandırmaca ile insanları her türlü günaha ve sahtekarlığa peşi sıra sürükler.
Dahası Allah bir başka ayette, "Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz" (Mearic Suresi, 28) ifadesiyle insanlardan hiç kimsenin böyle bir garantisinin olmadığını açıkça belirtmiştir.
Kendilerini Cennete Layık Görmeleri
Allah bu garip kendinden eminliğe Kuran'da bir bağ sahibinden örnek vererek dikkat çekmiştir. Ayetlerde bildirildiğine göre, Allah'tan korkmayan bağ sahibi malca zengin olmasından kaynaklanan, kendinden son derece emin bir şımarıklık içindedir. Bahçesinin verimli olması ve görünümünün güzelliği onun kendine olan güveninin temel dayanağıdır.
Bağlarının güzelliğini ve bereketini gördüğünde güçlü olmak için Allah'a ihtiyacı olmadığı zannına kapılmış ve şöyle demiştir:
Kendi nefsinin zalimi olarak (böylece) bağına girdi (ve): "Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum" dedi.
"Kıyamet-saati'nin kopacağını
da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan
daha hayırlı bir sonuç bulacağım." (Kehf Suresi, 35-36)
Allah'ı Sevdiğini Söylemeyi Yeterli Sanmaları
Şu husus çok önemlidir: Allah'ın hükümleri son derece açıkken ve cehennemin varlığı kesin bir gerçekken, bir insanın sadece sözlü bir sevgi ifadesini yeterli görmesi, kendince nefsini temize çıkarıp vicdanını rahatlatmaktan başka bir amaç taşımaz. Bu ise Kuran mantığı ve ruhuyla taban tabana zıt bir tutumdur.
Samimi Müslümanlar Allah'tan korkarlar ve Rabbimiz'in hükümlerini titizlikle yerine getirmeye çalışırlar. Bunun en güzel örneklerinden biri de Peygamberimiz (sav) döneminde yaşamış olan Müslüman kadınlardır. O dönemde mümin kadınlar Allah'ın tesettür konusundaki emrini büyük bir şevk ve istekle karşılamışlar, hemen itaat etmişlerdi. Tesettürle ilgili ayetlerin indiği dönemde Müslüman kadınların güzel tavırlarıyla ilgili olarak Hz. Ayşe (radiyAllahu anh)'dan şunlar rivayet edilmiştir:
"Başörtülerini yakalarının üstüne koysunlar" ayetini inzal edince harmaniyelerini yırtarak onunla örtünmüşlerdir." (İbn-i Kesir, Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri, cilt:11, s. 5880)
Nitekim onlardan sonra gelen Müslümanlar da aynı şevk ve kararlılıkla bu emri yerine getirmişlerdir.
Cahiliye Korkusu ile Korkmaları
Cahiliye insanlarının korkuları ise daha farklıdır. Onların duydukları korkular geçicidir. Bir sıkıntıyla karşılaştıkları zaman Kahhar olan Allah'ın azabını hatırlar, onunla karşılaşmaktan korkarlar. Ama Allah bir deneme olarak onları kurtardığında tekrar eski inkarlarına geri dönerler. Kuran'da bu konuyla ilgili şöyle bir örnek verilmiştir:
Karada ve denizde sizi gezdiren
O'dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir
rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona
çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları
kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını
sanmışlarken, dinde O'na 'gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)' olarak
Allah'a dua etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak
olursan, muhakkak Sana şükredenlerden olacağız." Ama (Allah) onları
kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey
insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya
hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de
yaptıklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus Suresi, 22-23)
Allah'tan 'İçi titreyerek korkan' öğüt alır-düşünür. 'Mutsuz-bedbaht' olan ondan kaçınır. (Ala Suresi, 10-11)
İşte cahiliye insanları yukarıdaki ayetlerde
bildirilen ikinci gruptandır. Yani Allah'a karşı derin ve içli bir korku
duymadıkları için karşılaştıkları olaylar onları doğruya ulaştırmaz.
Allah Kuran'da bu insanların tutumunu daha pek çok ayetiyle haber
vermiştir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
De ki: "Eğer biliyorsanız
(söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?" "Allah'ındır"
diyecekler. De ki: "Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?"
De ki: "Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?"
"Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de sakınmayacak mısınız?"
De ki: "Eğer biliyorsanız
(söyleyin:) Herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O,
koruyup kolluyorken Kendisi korunmuyor."
"Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?"
Hayır, Biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar. (Müminun Suresi, 84-90)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder