Allah insanlara nasıl bir ahlaka sahip olmaları, nasıl bir hayat yaşamaları gerektiğini detaylı olarak bildirmiştir. Gerçek din ahlakı, Allah'ın emirlerinin eksiksiz olarak yerine getirilmesiyle yaşanır. İnsanların bir kısmı ise bu ahlakı yaşamaktan şiddetle kaçınırlar. Tam olarak Allah'ın hükümlerine teslim olmak istemez, kendi nefislerinin de tatmin olacağı bir model oluşturmaya çalışırlar. Bunun için kendilerince bazı kurallar, prensipler oluşturur, dinin de bu prensiplere uygun olması gerektiğini düşünürler. Kendi kuralları ve mantık örgüleriyle uygun olduğu müddetçe din ahlakını yaşamayı kabul ederler. Oysa bu çok büyük bir yanılgı ve aldatmacadır. Çünkü gerçek din ahlakı, insanların dediği gibi değil, Allah'ın bildirdiği gibi yaşanan ahlaktır.
Allah
Kuran'da, kendi çarpık mantık örgülerine göre hareket eden ve Allah'ın
bildirdiği gibi yaşamayan insanların yanılgılarını şu şekilde haber
vermektedir:
Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?
Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var?
İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlaka sizin olacak diye.
Yoksa sizin için üzerimizde kıyamete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki siz ne hüküm verirseniz o, mutlaka sizin kalacak, diye.
Onlara sor: "Hangisi bunun savunuculuğunu yapacak? (Kalem Suresi, 36-40)
İnsanların Dediğine Göre Hareket Edenlerin Çarpık Zanları
Allah'ın
bildirdiği gibi değil de insanların dediği gibi yaşamak, söz konusu
kişilerin pek çok çarpık ve sapkın çıkarımlarda bulunmalarına neden
olur. Örneğin Peygamberimiz (sav) döneminde yaşayan münafıklar, bu tarz
çıkarımlarla fitne ortamı meydana getirmeye çalışmışlar, müminleri hak
yoldan uzaklaştırmayı hedeflemişlerdir. Allah, münafık ve müşrik ahlaklı
insanların bu çirkin özelliklerini şu şekilde bildirmiştir:
Bir
de; kötü bir zan ile zanda bulunan münafık erkeklerle münafık kadınları
ve müşrik erkeklerle müşrik kadınları azaplandırması için. O kötülük
çemberi, tepelerine insin. Allah, onlara karşı gazablanmış, onları
lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Varacakları yer ne
kötüdür. (Fetih Suresi, 6)
Ayette
de bildirildiği gibi kötü zanları, asıl olarak bu zannın sahiplerine
zarar vermiş, Peygamberimiz (sav) ve sahabe ise Allah'ın izniyle hep
galip gelmişlerdir. "Onlar hala cahiliye hükmünü mü arıyorlar?..."
(Maide Suresi, 50) ayetiyle de bildirildiği gibi söz konusu kişileri bu
sonuca sürükleyen sebeplerden biri, Allah'ın dediği gibi değil,
cahiliye hayatında öğrendikleri sapkın mantıklara göre hareket etmek
istemeleridir. Oysa Allah Kuran'da, "...Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir?" (Maide Suresi, 50) diye bildirmiştir.
Kendi İstek ve Tutkularını İlah Edinenler
İnsanları
Allah'ın bildirdiği gibi din ahlakını yaşamaktan alıkoyan en önemli
unsurlardan biri, akıl ve vicdanlarıyla değil, nefisleriyle
düşünmeleridir. Diğer bir deyişle, kendi istek ve tutkularına göre
hareket etmeleridir. Bu da söz konusu insanların hak olana değil, batıl
olana uymalarına, hem kendilerine hem de çevrelerine maddi manevi büyük
sıkıntılar vermelerine neden olur. Allah Kuran'da, nefsin insanları hep
kötülüğe yönlendirdiğini bildirmiştir:
...
Çünkü gerçekten nefis, -Rabbim'in kendisini esirgediği dışında- var
gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim,
bağışlayandır,esirgeyendir. (Yusuf Suresi, 53)
Bir başka ayette ise, insanların kendi istek ve tutkularına uymalarının büyük belalara sebep olacağı şöyle haber verilmiştir:
Eğer
hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç
tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve herşey)
bozulmaya uğrardı. Hayır, Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini
getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar.
(Müminun Suresi, 71)
Allah'ın
indirdiği din, insanların yaratılışına en uygun olanıdır. İnsanların
kendi mantık örgülerine, kültürlerine, birikimlerine göre yaptıkları
değerlendirmeler ise çeşitli sıkıntılara neden olur. Çünkü Kuran
ahlakını yaşamayan bir insan, herşeyin kendi nefsine uygun olmasını
ister. Ona göre önemli olan, nefsinin isteklerinin tatmin olmasıdır, bu
durumun ne gibi sonuçlar doğurabileceğini ise çoğunlukla düşünmez.
Düşünse dahi, nefsi kendi istek ve tutkularını ona daha önemli gösterir.
Nefse göre hareket edildiğinde, kişinin en çok kendisinin rahat etmesi,
en çok kendisinin gözetilmesi gerekir. Kuran ahlakını yaşamayan
insanların bu bitmek bilmeyen hırsları Kuran'da şu şekilde haber
verilmiştir:
Yoksa insana 'her arzu edip dilekte bulunduğu' şey mi var? (Necm Suresi, 24)
Nefsinin
planladığının aksine bir durum geliştiğinde de bu insanlarda çok fevri
tepkiler oluşabilir. Öfke, küskünlük, duygusallık gibi Kuran ahlakına
uygun olmayan davranışlar gösterilebilir. Bu durum söz konusu insanların
bencil, sevgisiz, kibirli, insaniyetsiz olmalarına neden olur. Bu
insanlar en çok kendilerini severler. Yakınlarını, dostlarını veya
ailelerini sevdiklerini iddia ettiklerinde de, bu sevgi anlayışının
muhakkak onların nefislerine uygun olması gerekir. Yani, sevgilerinde
Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini gözetmez, dünyevi birtakım
beklentilere göre hareket ederler.
Tüm
bunların en başta kişinin kendisine zarar vereceği açıktır. Sürekli
nefsinin isteklerini yerine getirmeye çalışan insan, kendisini yıpratan
bir hırsla yaşamanın sıkıntılarını çeker. Güven, huzur, itidal yerine,
sürekli endişe, korku ve tedirginlikle yaşar. Sahip olduğu herşeyin
Allah'ın bir lütfu olduğunun bilinciyle hareket etmediği ve tevekkül
etmediği için, sahip olduklarını kaybetmekten ya da olayların kendi
istediği gibi gelişmeyeceğinden duyduğu korku ruh dengesini bozar.
Nefsine
göre hareket eden insanların en belirgin özelliklerinden biri de
sevgilerinin çok yüzeysel olmasıdır. Bu kişilerin sevgileri birtakım
yüzeysel değerlere bağlıdır. Bu değerlerin eksilmesi ya da azalması
sevgilerinin bir anda yok olmasına neden olur. Sevgilerinde sadık
olmazlar. Kendilerine gösterilen sevgi ve ilgiyi de gereği gibi takdir
edemezler. Çoğu zaman ailelerin evlatlarından gerekli ilgi ve anlayışı
görmemeleri, dostlukların rahatlıkla çözüme kavuşturulabilecek sorunlar
nedeniyle bir anda sona ermesi bu durumun bilinen örneklerindendir.
Şüphesiz bu, iman etmeyen insanların yaşadığı en büyük manevi belalardan
biridir. Çünkü sevgi Allah'ın insanlara çok güzel bir nimetidir. İnsan
yaratılışı gereği, sürekli sevgi, merhamet, anlayış arayışı içinde olur.
Şartlar ne olursa olsun, ömrünün sonuna kadar güvenip sevebileceği
dostları ve yakınları olsun ister. Nefsine göre hareket eden, Kuran
ahlakına uygun düşünüp hareket etmeyen insanlar ise yaşamları boyunca bu
nimetten mahrum kalırlar. Sözde sevgi adına, merhametin, acımanın,
şefkatin, sabrın, hoşgörünün olmadığı, pek çok sıkıntının yaşandığı bir
ortam meydana getirirler.
Kuran Ahlakına Göre Gerçek Sevgi
Müminler
ise en çok Allah'ı severler. Allah'ın herşeyi bir hayır ve güzellikle
yarattığını, yaşadıkları her anın bir hikmetle geliştiğini, kaderlerinde
olanı seyrettiklerini bilerek davranırlar. Allah'ın kendilerine
yaşattığı her andan hoşnut olurlar. Rabbimiz'in verdiği tüm nimetlere
gereği gibi şükrederler ve yalnızca O'na dayanıp güvenir, sadece Allah'a
tevekkül ederler. İman edenlerin gerçek dost ve yardımcısı Allah'tır.
Müminlerin Allah'a olan sevgileri Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
İnsanlar
içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar
(bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan
sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman,
muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği
azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)
Dünyadaki
varlıkları severken de bunların Allah'ın tecellileri, yaratma
sanatındaki güzellikleri olduğunu bilerek severler. Sevgilerinde
sabırlı, hoşgörülü ve merhametlidirler. Acizlikler ve eksiklikler,
karşılarındaki insana daha çok şefkat duymalarına neden olur. Dünyadaki
her güzelliğin pek çok eksiklikle beraber yaratılmış olduğunu, gerçek
güzelliğin ise ahirette var olacağını bilirler. Hayatlarının her anında
olduğu gibi, sevgilerinde de asıl olanın ahiretteki yaşamları olduğunu
unutmazlar.
Dünyadaki
herşey kusurludur. Ahirette ise mükemmellik hakimdir. İnsan sürekli
sevdikleriyle beraber olsa, en çok ilgiyi kendi görse, herşey istediği
gibi olsa da bunların hepsi sonludur. Ölümle birlikte yok olacaktır.
Ahiret hayatı ise sonsuzdur. Müminler dostluğun, arkadaşlığın,
yakınlığın tam anlamıyla ahirette yaşanacağını bilerek, dünyada en güzel
ahlakı, en derin sevgiyi yaşamaya çalışırlar. Ahlakları güzelleştikçe,
kavrayışlarının ve anlayışlarının derinleşeceğini, dolayısıyla her
nimetten daha çok zevk alacaklarını düşünerek, ahlaklarına önem
verirler. Beklentileri ve talepleri dünyevi değildir.
Bu
nedenle, iman etmeyen insanların yaşadıkları tedirginliklerden,
korkulardan, güvensizliklerden uzaktırlar. Çünkü isteklerini
karşılarındaki insanın değil, Allah'ın yerine getireceğini bilerek,
sadece Allah'a yönelip dönerler. Allah'ın istediği gibi bir hayat
yaşadıklarında, Allah'ın onlara en güzel karşılığı vereceğini umud
ederler. Rabbimiz'in nimetlerinden biri olan sevgiyi de, bu mantık ve
bilinçle çok derin ve güzel yaşarlar. Kısaca, Allah'ın bildirdiği gibi
yaşayanlarla, insanların dediği gibi yaşayanlar arasında yaşamlarının
her anında derin farklılıklar vardır.
Allah
Kuran'da nefsinin kötülüklerine uyanlarla, Allah'ın emrine göre
yaşayanlar arasındaki bu büyük farklılığı şu şekilde bildirmiştir:
Şimdi
Rabbinden apaçık bir belge üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine
'süslü ve çekici gösterilmiş' ve kendi heva (istek ve tutku)larına uyan
kimseler gibi midir? (Muhammed Suresi, 14)
Sonuç
Gerçek
din ahlakını yaşamak, Allah'ın bildirdiği ahlakı eksiksiz olarak
yaşamak ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetine tam olarak uymakla
mümkündür. Allah'ın bildirdiği dışında mantık örgüleri kurmak,
yorumlarda bulunmak insana her zaman kayıp getirir. Allah, "...
Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp
onların heva (istek ve tutku)larına uyma..." (Maide Suresi, 48)
ayetiyle müminlerin ölçüsünün ve rehberinin, Allah'ın indirdiği hüküm
olan Kuran ahlakı olduğunu bildirmiştir. Bundan başka yol arayanların,
doğruya ulaşmaları mümkün değildir.
Allah, "... (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir."
(Kasas Suresi, 83) ayetiyle de Kendisi'nin emrettiği ahlakı
yaşayanların en güzel sonuca kavuşacaklarını müjdelemiştir. Allah'ın
izniyle müminler, hem dünyada hem de ahirette Rabbimiz'in müjdelediği
gibi güzel bir hayat yaşarlar. Tüm bunlara rağmen kendi istek ve
tutkularına göre yaşamak isteyenlerin kavuşacakları sonuç ise,
sapkınlıktır:
Buna
rağmen sana icabet etmeyecek olurlarsa, artık bil ki, onlar, gerçekten
kendi heva (istek ve tutku)larına uymaktadırlar. Oysa Allah'tan bir
kılavuz (doğru yol gösterici) olmaksızın, kendi istek ve tutkularına
(hevasına) uyandan daha sapık kimdir? Şüphesiz Allah, zulmeden bir kavme
hidayet vermez. (Kasas Suresi, 50)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder